Münzevi Kulluk. Yaban Filozofu. İkili Zihin. Maddi İlerleme karşısında Ruhani Lütuflar. "Hıristiyan Medeniyetinin” Paradoksu.
Amerikan Yerlisinin çevremizi saran ve bizi kucaklayan Ebedi, Yüce Gizem’e¹ yönelik asıl tavrı huşu verici olduğu kadar da sadedir. Bizim için o, bu hayatta mümkün olabildiğince tam bir neşe ve tatmin sağlayan ulu bir kavramdır.
Yüce Gizem’e ibadet, sessizce, tek başına ve benliğin yararı gözetilmeyecek şekilde yapılır. Sessizcedir, çünkü tüm sözler zorunlu olarak zayıf ve kusurludur; bu yüzden atalarımızın ruhları sessiz bir iştiyakla Tanrı’ya yükselmişlerdi. Tek başınadır, çünkü Tanrı’nın bize yalnızken daha yakın olduğuna inanırız ve Yaratıcımızla aramızda yetki verilen hiçbir rahip bulunmaz. Hiç kimse diğerini uyaramaz veya itirafta² bulunamaz veya diğerinin dini deneyimine müdahale edemez. Hepimiz Tanrı’nın yaratılmış çocuklarıyız ve hepimiz kendi ilahiliğimizin bilincinde dimdik dururuz. İnancımız ne akidelerle formüle edilebilir ne de onu kabullenmekte gönülsüz olana kabul etmesi için dayatılır; bu yüzden ne vaaz, ne din değişimi için baskı ve zulüm ne de alaycı veya ateistler bulunur.³
Charles Alexander Eastman (Ohiyesa) 1858-1939
Doğanın bize sundukları haricinde bizde ne tapınaklar ne de mabetler bulunur. Doğanın çocukları olarak yoğun şekilde şiirsel insanlarız. Gizemde, doğal ormanların gölgeli geçitlerinde veya bakir çayırların güneşli sinesinde, çıplak kayalıkların baş döndürücü helezonlarında ve zirvelerinde ve gecelerin geniş, süslü gökkubbesinde kendisiyle yüz yüze gelebildiğimiz Bir için bir ev inşa itmek bizce kutsala hürmetsizlik addedilirdi! Büyük Büyükbabamız Güneş’in akşam kamp çadırını aydınlattığı yerde, görünen dünyanın kıyısında bulutların şeffaf örtüsünü libas edinen bir Tanrı, kuzeyin sert rüzgârlarına biner veya ruhu, güneyin ıtırlı havalarında nefeslenir, savaş kanosunu büyüleyici nehirlerin ve iç denizlerin üzerine indirir – böyle bir Tanrı daha küçük bir katedrale ihtiyaç duymaz.
Dini hayatımızın en yüksek ifadesi olan Görülmeyen ile inziva halindeki bu paylaşım, kelime anlamı ‘gizemli hissediş’ olan ve ‘oruç tutma’ ve ‘rüya görme’ gibi şekillerde çevrilen hambeday⁴ kelimesinde kısmen tarif edilmektedir. Kelimenin en iyi yorumu ‘ilahi olana dair bilinç’ şeklinde ifade edilebilir.
Kutsal piposu ve bufalo kafatası ile Yüce Gizem’e yönelen bir Kızılderili
İlk hambeday veya dini inziva Hıristiyan deneyiminde konfirmasyon⁵ veya yönelme (conversion) ile karşılaştırılabilir şekilde gençlik hayatının bir döneminde iz bırakır. Genç adam, ilkin kendisini buhar banyosuyla⁶ arındırıp tüm beşeri veya diğer etkilerden olabildiğince uzaklaşarak mevcut bölgedeki en yüksek zirveyi tespit etmeye çalışır. Tanrı’nın maddi şeylere hiçbir değer vermediğini bildiğinden boyalar ve tütün gibi sembolik nesneler haricinde yanına sunu veya kurban olarak başka bir nesne almaz. Tam bir mahviyet haliyle O’nun huzurunda durmak arzusuyla makosenleri ve sadece belini örten bir deri giysi dışında bir şey giymez. Gün doğumu veya gün batımı gibi kutsal saatlerde, dünyanın görkemlerine yukarıdan bakarak ve yüzünü ‘Yüce Gizem’e çevirerek oturur ve orada çıplak, dik, sessiz ve hareketsiz olarak, O’nun donattığı doğanın unsurlarına ve güçlerine kendini bırakarak bir veya iki gün ve gece nadiren de daha uzun süre bu şekilde kalır. Bazen kelimeler olmadan bir ilahi tutturur veya törensel bir şekilde ‘dolu tütün’ü [yani tütün çubuğunu ç.n] sunar. Yerli mistik bu kutsal trans veya vecd halinde en büyük mutluluğunu ve varoluş amacının gücünü keşfeder.
Kampa döndüğünde yeniden buhar banyosuna girip halkıyla temasa kendisini hazırlayana kadar onlarla mesafeli durmalıdır. Topluluk adına gerekli bir görevi yerine getirmekle ilgisi olmadığı sürece kendisine lütfedilen rüyet/vizyon [ilham ç.n] veya işaretten bahsetmez. Bazen ebediyetin kıyısında duran yaşlı bir adam kendi uzun gençliğinden edindiği deneyimleri seçtiği birkaç kişiye açabilir.
Amerikan Yerlileri genellikle işgalci beyaz adamlar tarafından yoksulluk ve sadeliği sebebiyle hakir görülürdü. Belki de Amerikan Yerlisinin dininin servet birikimi ve lüks zevkleri kendisine yasakladığını unutmuşlardı. Diyojen’den Aziz Francis’in biraderlerine, Montanistlerden⁷ Şeykırlara⁸ maneviyata eğilimi olan her çağ ve ırka mensup halklarında olduğu gibi bizim için de mülkiyet sevgisi bir tuzaktır ve karmaşık bir toplumun yükleri gereksiz bir tehlike ve iğva kaynağıdır. Ayrıca, beceri ve başarılarımızın meyvelerini bizden daha az talihli erkek ve kız kardeşlerimizle paylaşmak bizim yaşam prensibimizdi. Böylelikle yerli, gurur, açgözlülük veya haset engelinden ruhunu azat etmekte ve onu kendisi için son derece önemli bir husus olan inandığı ilahi düzeylere taşımaktadır.
Bu yüzden Amerikan Yerlisini kalıcı kentler inşa etmek ve maddi bir medeniyet geliştirmekte başarısız kılan şey tümüyle cehalet veya israf değildi. Eğitimsiz bir bilgine nüfus yoğunluğu, fiziksel olduğu kadar ahlaken de tüm kötülüklerin doğurgan anası olarak görünürdü. Onun için yiyecek iyiydi, oburluk ise öldürürdü; sevgi iyiydi fakat şehvet yok ederdi; kişinin hemcinsleriyle aşırı yakınlığından doğabilecek ruhsal gücün kaybı onu kalabalık ve sağlıksız yerleşim yerlerinde yaşamaktan ileri gelen salgın hastalıktan daha az endişelendirmezdi. Dışarıda, diğer insanlar arasında çok fazla yaşamış olan herkes, yalnızlıkta biriken manyetik ve sinirsel bir gücün kalabalıklarda hızla dağıldığını bilir; Kızılderililerin hasımları bile onun çevre koşullarından tümüyle bağımsız, doğuştan gelen bir gücü ve duruşu ile insanlar arasında eşsiz olduğu gerçeğini kabul etmişlerdi. Kızılderili⁹ zihni iki kısma ayırmıştı; ruhâni zihin ve fiziksel zihin. Ruhâni zihin sadece şeylerin özüyle ilgili olan saf ruhtur ve bedenin oruç ve güçlüklerle kontrol altına alınırken ruhâni dualar yoluyla güçlendirilmesi sağlardı. Bu tip bir duada bir yardım veya lütuf dilenmezdi. Avda başarı, hastalıktan kurtulmak veya sevilen bir kişinin ömrünün uzaması gibi kişisel veya benliğe ilişkin tüm hususlar, kesinlikle aşağı veya maddi zihinle ilişkilendiriliyor ve tüm törenler, büyüler, büyüsel çağrılar yararlı bir şeyi kendine cezbetmek veya bir tehlikeyi bertaraf etmek için tasarlanır ve bütün bunların fiziksel benlikten ortaya çıktığı kabul edilirdi.
Bu fiziksel tapınım ayinleri benzer şekilde tümüyle sembolikti ve Yerlilerin, Güneş’e yönelimleri Hıristiyanların Haç’a perestişinden daha fazlası değildi. Güneş ve Yerküre, onun gözünde bilimsel bir hakikatten ziyade şiirsel bir metaforla tüm organik hayatın ebeveynleri olarak görünürdü. Evrensel bir baba olarak kabul ettiği Güneş’den doğadaki oluşumu hızlandıran bir ilke çıkmaktaydı ve annemiz olan Yerkürenin sebatkâr ve münbit rahmi bitki ve insanların gizli embriyolarını ihtiva etmekteydi. Bu yüzden her ikisine hürmet ve sevgimiz kendi yakın ebeveynlerimize hissettiğimiz sevginin gerçekten hayali bir uzantısıydı ve bu, dindarca evlatlık duygusuyla babaya arzu ettiğimiz kadarıyla iyi hediyeler için başvurmak iradesi birleşmişti. Bu, maddi veya fizik duadır.
Doğadaki unsurlar ve görkemli güçler olan Yıldırım, Rüzgar, Su, Ateş ve Buz ruhâni güçler olarak huşuyla takdir edilir fakat her zaman tâli ve dolaylı bir vasıta niteliğine sahip oldukları kabul edilirdi. Bizler ruhun tüm yaratılışa nüfuz ettiğine ve bilinçli bir can sahibi olmayanlar da dahil her varlığın bir ruhu olduğuna inanırdık. Ağaç, şelale, boz ayı, her biri Gücün somutlaşmış haliydi ve bu sebeple de hürmete layıktı.
Kızılderili, bizim masum ve sorumluluğu olmayan çocuğa atfettiğimiz, bizatihi lekesiz bir saflıkta, ifadeden aciz ruhları olan hayvan krallığındaki kardeşleriyle ünsiyet peyda etmeyi ve ruhâni bir paylaşıma girmeyi severdi. O, semadan kendisine bahşedilen gizemli bilgeliğe olduğu kadar hayvanların içgüdülerine de inanç beslerdi ve kendi bedenini korumak için onların bedenlerini gönüllü olarak kurban ettiğini alçakgönüllülükle kabullenirken ruhlarına belirli dualar ve sunularla hürmetini gösterirdi.
Her dinde saf aklın mensupları arasında değişken tesiratıyla doğaüstü bir unsur bulunur. Yerli, kendi anlayışının sınırları dahilindeki hususlarda mantıklı ve berrak bir düşünür idi fakat doğanın geniş alanını bilimsel terimlerle sınıflandırmamış veya onun harikalarını ifadeye büründürmemişti. Etki ve tepkiye dair sınırlı bir bilgiyle her yerde mucizeler görürdü –tohum ve yumurtadaki hayat mucizesi, şimşek çakmasında ve şişkin derinliklerdeki ölüm mucizesi! Olağanüstü hiçbir şey onu şaşırtamazdı; bir canavar konuşabilir veya güneş sabit kalabilirdi. Bakirenin doğurması her bir çocuğun dünyaya gelmesinden daha fazla mucizevi görünmezdi veya sahip olduklarının mucizeviliği tek bir mısır tanesinin baharda üremesinden daha fazla hayret verici değildi.
Kim onu batıl inançların dolayı suçlayabilirdi ki? Kendi kutsal kitaplarındaki mucizelerinin tam anlamıyla bir olgu olduğunu öğreten dini bütün bir Katolik ve hatta Protestan bir misyoner değil elbette! Mantıklı insan ya tüm mucizeleri reddetmeli ya da hepsini kabul etmelidir ve bizim Amerikan Yerli mitlerimiz ve kahramanlık hikayelerimiz belki de bizzat eski İbranilerin sahip oldukları mit ve hikayeler kadar güvenilirdir. Eğer modern bir zihniyet tipine sahipsek doğa yasalarında onlardan ayrılması muhtemel herhangi bir tekil olaydan çok daha fazla görkem ve yücelik görürüz ve şunu da unutmayalım ki her şeyden önce bilim her şeyi açıklamamıştır. Her durumda nihai mucize olan hayatın kaynağı ve ilkesi ile yüzleşmek zorundayız! Burada hiçbir dinin kendisini azade kılamayacağı ibadetin özü olan yüce gizem söz konusudur ve bu gizemin mevcudiyeti karşısındaki tavrımız, tüm yaratılıştaki İlahiliğe huşu ile yaklaşan doğa filozofundan çok da farklı olamaz.
Biz Yerliler kendimize ait felsefemiz zihinlerimizde tesirini koruduğu sürece beyaz ırkın göz kamaştıran başarılarını taklit etmediğimiz veya onlara haset beslemediğimiz yalın bir gerçektir. Kendi düşüncemize göre biz onlardan üstünüz! Hatta onların yumuşak yataklarını, lüks yiyeceklerini, zengin komşularının meşgalelerine karşı duydukları haz verici perestişlerini reddeden onurlu bir ruhla beyaz adama tepeden baktık. Erdem ve mutluluğun tüm bu şeylerden mukayese kabul etmeyecek derecede bağımsız olduğu bizim için apaçıktı.
İlk dönem Hıristiyanlığında Kızılderiliye uygun pek çok şey olduğu şüphesizdi ve İsa’nın zenginlik hakkında ve zenginlere karşı sert sözleri Kızılderili tarafından tümüyle anlaşılabilecek bir şeydi. Yine de kiliselerimizde vazedilen ve cemaatlerimizde uygulanan din, gösteri ve kendi kendini yüceltici unsurları, zorla din değiştirtmeye (proselytism) yönelik verdiği fiili mücadelesi ve kendilerinin haricindeki tüm dinlere yönelik bariz küçümseyişleriyle birlikte uzun zamandır son derece itici olmaktaydı. Kızılderilinin sade zihnine göre minberin meslekiliği, ücretli teşvik edicilik, paralı kilise, ruhânî ve eğitici olmayan bir şeydi ve ruhunun incitildiği ve ticaret, istilalar ve keskin içkilerle ahlaki ve bedeni yapısı tahrif edildiği güne kadar Hıristiyan misyonerler onun üstünde hakiki bir tesire sahip olamamıştı. Ne kadar tuhaf görünüyor olursa olsun gururlu paganın, gizli ruhunda kendisine din değiştirtmeye ve aydınlatmaya gelen iyi adamları [misyonerler] hor gördüğü doğrudur!
Kızılderiliyi¹⁰ rahatsız eden tek unsur bu yabancı dindeki aleniyet ve Ferisilik¹¹ değildi. Onun için sarsıcı ve hemen hemen inanılmaz gibi görünen şey bu halkın arasında üstünlük iddiasında bulunan pek çok din dışı kişinin ulusal inancı lafzen bile olsa ikrar etmeye dahi yanaşmamasıydı. Sadece inanç ikrarı bir kenara fakat kendi Tanrılarına profan ve hakaretamiz konuşmalarla hakaret edecek kadar alçalabilmişlerdi! Oysa bizler kendi dilimizde derin bir hürmetle dahi olsa O’nun adını yüksek sesle anmaz, hafife almaz veya saygısızca ifade etmezdik.
Daha da ötesi dini ikrar eden beyaz adamlarda bile fazlasıyla tutarsız davranışlar keşfetmiştik. Onlar bir yandan sadece maddi olanı talep ederken bir yandan da ruhânî şeyler hakkında çokça konuşuyorlardı. Her şeyi satın alıyor ve satıyorlardı: zaman, emek, kişisel bağımsızlık, kadın sevgisi ve hatta kendi kutsal inançlarının hizmetlerini bile! Para, kudret ve istila Anglo-Sakson ırkının öylesine karakteristiği olmuştu ki eğitimsiz yargıcının [İsa kastediliyor ç.n] ellerinde ahlaki ithamdan kurtulması mümkün olmadığı gibi hâkim ırkın bu göze çarpan niteliğini uysal ve mahviyet sahibi İsa’nın ruhuyla karşılaştırmak bile hata olurdu.
Kızılderili zaman içinde beyaz adamla daha fazla temas kurdukça onların arasındaki sarhoşlar ve şehvet düşkünlerinin beyaz adamın dini tarafından da itham edildiğini ve bu dine güvensizlik beslememesi gerektiğini anlamaya başladı. Ancak ulusal bir kötü inanışa mazeret bulmak veya gözardı etmek öyle kolay değildi. Washington’daki Baba’nın¹² aralarında bazıları İncil papazları hatta piskoposlar olan saygın elçileri Amerikan Yerli uluslarına geldiklerinde dualarla ve Tanrılarının adını anarak ulusal onurları üzerine yeminler ederek anlaşma imzaladılar ve bu anlaşmalar hızla ve utanmazcasına çiğnendiğinde onlara karşı sadece öfke değil tiksintinin yükselmesi garip olabilir miydi? Beyaz ırkın tarihçileri bile Yerlilerin asla yeminlerini bozan ilk kişiler olmadıklarını kabul etmişlerdi.
Otuz-beş yıllık deneyimim sonrasında kişisel olarak ‘Hıristiyan uygarlığı’ diye bir şeyin olmadığına kişisel olarak inanıyorum. Hıristiyanlık ve modern uygarlığın birbirine hem aykırı hem de uzlaşmaz olduğuna ve Hıristiyanlık ruhu ile bizim eski dinimizin ruhunun temelde aynı olduğuna inanıyorum.
Yazan : Charles A. Eastman (Ohiyesa)
Çeviren : Şafak Başkaya
[1] Siyu dilinde yaratıcıya kudrete verilen Wakan-Tanka isminin tam çevirisi Yüce Gizem’dir. Yer yer Yüce Ruh olarak da ifade edilmiştir. Türkçe’de de daha yaygın şekilde bilinen Manitu kavramı Tanrı için Algonquian dilinde kullanılan bir terimdir. (ç.n)
[2] Yazar Hıristiyanlık’taki günah çıkarmayı kastediyor. (ç.n)
[3] James William Lynd de Dakotaların dinin konularda birbirlerine karşı hoşgörü olduklarını belirtmiştir. Bknz. James William Lynd, “The Religion of the Dakotas”, Collections of the Minnesota Historical Society, Cilt 2, 1889, s.168 (ç.n)
[4] Bu Siyu terimi için günümüzde İngilizce’de Rüyet/Vizyon Arayışı veya Talebi anlamında “Vision Quest” ifadesi kullanılmaktadır. Amerikan yerlisinin ilahi kaynaklı vâridat veya keşfiyâta erişme talep ve arzusuyla yapılan bir tür halvete verilen isimdir. (ç.n)
[5] Hıristiyanlıkta rahip önünde inancının kilisece tasdik edildiğini ifade eden törensel işlem, bir sakrament. (ç.n)
[6] Dakota dilinde Inipi denilen dini bir uygulama. Ateşte kızdırılmış taşların suya atılmasıyla ortaya çıkan buharın içinde oturularak gerçekleştirilmektedir. Herhangi bir Dakota/Siyu mensubu önemli bir işte başarılı olmak istediğinde kendisini Inipi veya buhar banyosuyla arındırdıktan sonra üç günlük oruç tutar ve bu süre zarfında cinsellikten ve toplumdan uzak kalır, dini ayinlerini icra eder ve yakarışta bulunduğu Tanrı’dan ilham vermesini bekler. Kaynak için bknz. James William Lynd, “The Religion of the Dakotas”, Collections of the Minnesota Historical Society, Cilt 2, 1889, s.165 (ç.n)
[7] M.S.2.yüzyılın başında Anadolu’da şimdiki Pamukkale/Denizli yakınlarında bulunan Hierapolis’de yaşayan Montanus tarafından kurulan Hıristiyan hareketi. Süse karşı ve zahidane bir yaşamı benimsemişlerdir. Hâkim kilise tarafından sapkın ilan edilmiş ve varlıklarına son verilmiştir. (ç.n)
[8] 18.yüzyılda İngiltere’de kurulan bir Hıristiyan topluluğudur. Burada yazar bu topluluğun sade yaşam prensiplerine atıfta bulunmaktadır. (ç.n)
[9] Yazar burada red man ifadesini kullanmaktadır. (ç.n)
[10] Yazar red man ifadesini kullanmıştır. (ç.n)
[11] Yahudilikte sadece kutsal metnin değil onların sözlü tüm yorumlarını da dini yasa olarak benimsenmesi gerektiğini kabul eden topluluk. İncil’de Hz.İsa’ya karşı en sert muhalefeti yürütenler de yine Ferisiler olmuştu ve Hz.İsa tarafından başkalarına dayattıkları yasaları kendileri için gevşeten, sevgiden, dostluktan ve merhametten ziyade şiddete, kibre ve cezalandırmaya eğilimli, yasanın ruhu ve bilgeliği gözardı edip sadece lafzi anlamına tutunan bir ikiyüzlülüğün temsilcisi olarak Ferisileri eleştirmekteydi. Yazar da Amerikalı beyazların sözleriyle Amerikan Yerlilerine tavrı arasındaki benzer bir ikiyüzlülüğe atıfla bu ifadeyi kullanmaktadır. (ç.n)
[12] Amerika Birleşik Devletleri başkanını kastediyor. (ç.n)