
"Birisi tarafından delice sevilmek size güç verir, birisini delice sevmek ise cesaret." Lao Tzu Bu muhteşem sözü yeniden okuyunca, günlerdir düşündüğüm; her şeyi, herkesi sevebilmek, her şeyde sevecek bir şey bulabilmek ve bunun zorluğu, sebepleri konusu takıldı aklıma...
Özellikle, ergenlikte de görüyoruz çarpıcı şekilde ne yazık ki, çocuklarımda, sevdiklerimde, tabii kendimde de... Değersizleştirme, önemsizleştirme, duyguyu aman hissetmeden geçiştirme yolları, suyu ıslatmadan üstünden akıtan kumaşlar gibi hoop...
O kadar çok fikrimiz, ön bilgilerimiz var ki aslında, neyi severiz, neyi sevmeyiz, ne bize korkunç, kötü, çirkin, tatsız, dayanılmaz gelir, ne güzeldir, hangi ağaç, hangi hayvan, hangi canlı (?) Kim “değer”, kim “değmez” dir. Hayat şöyledir, Tanrı böyledir... İyi, kötü, güzel, siyah, beyaz uzar gider, uçuşan, kim bilir kimden kalmış, belki de bize bile ait olmayan, bizim sandığımız fikirlerimiz...
Aslında yeniden ve yeniden canlı gözlerle, bugünkü, şimdiki gözlerimizle, sadece kalbimizin sesini bulabilip, kulak verip, dinleyerek ki, işte bu cesaret istiyor, bakabilsek, her şeyin sevgiden ibaret olduğunu görebiliriz belki...
Cesaret istiyor çünkü; hayat korkunç, yaşam korkunç olabiliyor baktığımız yerlere ve yüklediğimiz anlamlara göre... Travmalar, kayıplar, acılar, hastalıklar...
Her an, her şeyin olabileceği ihtimalleri ile bu hayata doğuyoruz, yaşıyoruz ve olgunlaşıyoruz... Bütün bu ihtimalleri sevmek, kucak açmak, evet cesaret işi.
Çünkü sevmediğimizde, öyle sandığımız ve kendimizi türlü oyalayıcılarla kandırıp, kendimizden olabildiğince uzaklaştığımızda kaybedecek bir şeyimiz de olmayacağını düşünüyoruz sanki...
Bağlanmak istemiyoruz aslında hiçbir şeye, ya kaybedersek... Durmak, görmek, hissetmemize izin vermek istemiyoruz, ya hisler acıtırsa, korkutursa, üzerse...
İşte bu yüzden, “Sevmek Cesaret Verir” evet ve bilinenin aksine “Cesaret” korkmamak değil, korkuna rağmen ilerleyebilmek demektir.
Kararlarında, adımlarında ''Olması Gerekeni'' (?), “Korunaklı” (?) görüneni düşünenler, ''Uygun Olan''ı (?) bildiğini sananlar, uygulayanlar değil -ki bu sadece farazi bir düşünce üzerine hareket etmektir, her şeye rağmen kendiyle tanışmaya gönüllü olan, yarattığı kalabalıktan sıyrılıp kendini bulabilen, sevebilen, kalbinin sesini duyabilenler, buna cesareti olanlar, hiçbir anlarından pişmanlık duymayarak yaşayacak olanlardır.
Ve geleni -her ne ise, kabulle sevgiyle karşılayabilecek olanlar yine onlardır.
Coşkuyla yaşarlar ve onlar için, hani aslında yaşam korkusu olan, ama gerçekte, iç sesimizde ''Henüz yaşayamadım ki...'' duygusu, yani ''Ölüm Korkusu'' da azalır, yok olur. Yerini Yaşam Coşkusuna bırakır... Her haliyle kabul'e bırakır, Şükürle.
Doya doya, her şeyiyle yaşamı içimize çekmemiz, "Korkudan değil, Sevgiden” kararlar verebilmemiz dileğiyle...
Namaste