Günlerdir isyandaydım kentsel dönüşüme giden binada yalnızca biz kaldık. İstanbul'da kiralar malum. Bu sabah uyandım, telefonun ekranında onlarca arama. Ne oldu demeye kalmadı komşum aradı.
Bir telaşla; sizinkiler iyi mi? diye sordu.
- Bizimkiler kim?
- Adana’da ki akrabaların, deprem oldu ya...
Eyvah dedim. Zaten çok az yakınım kaldı bu dünyada. Aradım teyzemlere, dayıma ulaşamıyorum. Midemde bir ağrı, elim ayağım buz. Haberler bir şeyler diyor, insanlar kaçıyor. Tam net göremiyorum, anlayamıyorum başım dönüyor.
Neyse zaman geçtikçe idrak ediyorum her şeyi, ulaşıyorum. Hepsi dışarda. Yalnız bir akrabanın eşi, iki çocuğu enkaz altındayıiş. Dua ediyorum.
Derin derin nefesler alıyorum. Günlerdir isyan eden ben, bu kez şükür ediyorum.
Ya Naime ölüm diye bir gerçek var!
Payıma düşeni hem acıdan, hem hayat dersinden alıyorum.
Anlamak için uğraşıp durduğum hayat bir kez daha verdi dersimi. Sen ne yaparsan yap o hep bildiği gibi akmaya devam ediyor.
Kendi doğrularımıza birilerini ikna etmeye çalışarak, sadece görmek istediğimiz tarafa bakarak öylece geçip gidiyor. Onaylanmak, tamamlanmış hissetmek için saçma sapan şeylerle uğraşıyoruz. Oysa hayat bölünmüş değildir bizim gibi. Hayat bütün enerjidir.
O yüzden hayatın bize öğretmesine izin vermeliyiz. Alçakgönüllü ve saygılı olmalıyız. O zaman dünyadaki her şeyden ve herkesten öğrenebiliriz. Hadi bir kez daha hatırlatalım kendimize bugün nelere teşekkür edebiliriz, hayatımızda iyi ki dediğimiz ne? Yada şükrettiğimiz.
Belki bunu bir ritüel haline getirebiliriz. Buna iyileşmek, değişim, dua etmek her ne dersek diyelim iyi gelecektir.
Bugün ülkemizin başına gelen bu elim olayın acısını taa içimde hissediyorum. Ciğerlerimi söken bir el var sanki. Kurtulan her canlıya kendi ailemden biri gibi sevinirken, hayatını kaybeden her canlıda içim paramparça.
Herkes sever doğduğu toprağını ama kimliğimiz o toprakta bir acı yaşandığında belli olur. Ben bugün bıraktım isyanı. Bu hayatta birlikte var oluyorsak o zaman yeryüzünde yaşayan tüm insanlar kabilem benim. Ve ben bu kabilenin bir kısmı zor ve acı günler geçirirken, sızlanmak yerine ne yapabilirim? diye düşünüp harekete geçmeyi seçiyorum.
Bu depremin sonuçları acı ve travmatik olacak ve ne yazık ki uzun zaman sürecek. Eğer sen de ben gibi birlikte bir olmanın gücüne inanıyorsan harekete geçmek için daha fazla beklememelisin .
Yapacak bir şeyler mutlaka vardır. Ne dersin?
Belki bir battaniye, bir eldiven ya da bir bere, belki bir tas çorba.
Buraya kadar okuduklarınızı ilk gün yazmıştım. Sonraki iki gün dediğim gibi elimizden geleni yaptık. Çocuklar, arkadaşları koşturdu derledi topladı tır ayarlayıp gittiler. Dualar ettik. Elimizden geldikçe yönlendirdik. Bu arada acı büyüdü.
Ama ağlamadım dedim ki şimdi zamanı değil, her geçen gün umut azaldı ve dördüncü gün kahrolmak ne demek, çaresizlik ne demek bu dördüncü günde anladım ben. Çaresizlikten tırnaklarımla derilerimi yırtmak isteyecek kadar kaybediyorum şuurumu zaman zaman.
Göğsümün üzerindeki öküz ciğerimi delercesine bastırıyor, sonra birileri motive olalım. Meditasyon yapalım enerji falan filan diyor. Aklım hafsalam almıyor. Çok ama çok acı varken ben normal olamıyorum.
Yemekten içmekten uyumaktan utanıyorum.
Böğüre böğüre salya sümük ağlıyorum ve biliyorum ki bu acıyı yaşayanların hissettiğinin yanında benimkinin esamesi okunmaz.
Bu bize ders desem böyle ölümlü ders mi olur?
Bunca yetim, öksüz, evsiz varken, çocuklar çalınırken yardım tırları marketler yağmalanırken; hayat devam ediyor diyemiyorum. Kahrolana kadar ağlamak istiyorum, durup durup yeniden ağlamak.
Tam bunları yazarken oğlum geliyor odadan ve diyor ki ;
- Maraşlı arkadaşım anne ve babasının cesedini enkazdan çıkarmış sarıp bağlamış, üzerine telefon numarası yazıp diğer enkazlara yardıma gitmiş.
Bittim...
Bittim...
Bu nasıl kader...