Swami Abhedananda (1866- 1939)¹
İlham kaynağı öğretmenlerin, peygamberlerin, azizlerin ve Hakikati Görenlerin yaşamlarında olduğu kadar dünyanın tüm Kutsal Yazıtlarında da çoğunlukla belirli bir abartı düzeyi olduğunu kabul etmekle birlikte aslında onlarda bazı dayanakları olabilecek mucizevi güçlerin ve olayların betimlemesiyle karşılaşırız.

Elbette her çağda, diyarda ve farklı uluslar arasında çok eski zamanlarda bile diğerlerinin düşüncelerini okuyabilen, olayları gerçekleşmeden önce görebilen ve kehanette bulunabilen kişiler olmuştu; fakat tüm bu insanların çoğu belirli kabiliyetlerinin sebeplerini anlayamamışlardı ve onları kendilerinin dışındaki -tanrılar, melekler, iyi veya kötü ruhlar gibi çeşitli isimlerle andıkları- Varlıkların etkisine atfederek açıklamaya çalıştılar.

Bu kişiler arasından bazıları kendilerinin tıpkı günümüzde bu ülkede belirli grupların hayranlık duyulan liderleri gibi özellikle bu yüksek güçlerin vasıtaları olarak seçildiklerine ve Tanrı veya kendilerinin belirli tanrıları tarafından kendilerine tâbi olunmasının istenildiğini hayal ederler. Bu sıradışı güçlere sahip olan, Hıristiyanlar için İsa, Müslümanlar için Muhammed ve Buddhistler için Buddha gibi bazı örneklerde bu kişiler ilahi istisnalar olarak görülür. Diğerleri büyücüler veya cadılar olarak suçlanmışlar ve kendilerine yönelik işkencelerin yol açtığı korku, onları daha olağanüstü bazı tezahürlerle sonuçlanan çeşitli yöntemleri gizlilik içinde uygulamaya sevketmişti.

Bu yöntemler asla yazılmamışlar ancak ustadan çırağına şifahi yolla aktarılmış ve onlar tarafından kutsal gizemler olarak korunmuşlardı. Kadim uluslar arasında amaçları çeşitli disiplin ve pratiklerle belirli güçleri geliştirmek olan pek çok gizli cemiyetin ortaya çıkmasının sebebi de buydu. Mısırlılar, Esseniler, Gnostikler, Manikenler, Neo-Platoncular ve orta çağın Hıristiyan mistiklerinin tümü kendi gizli organizasyonlarına sahiplerdi ve onlardan bazıları örneğin Masonik localar gibi hâlâ varlıklarını sürdürmektedirler. 

Bu cemiyetlerin üyelerinden hiçbiri ne gizli eğitimlerini yaymış ne de kendi pratiklerinin mantıki veya bilimsel açıklamalarını sunan herhangi bir kitap yazmışlardı.  Bu yüzden aralarından yüksek güçlere erişmekte çok ileri seviyelere varan ve bu seviyelerinden sıradışı tezahürler ortaya çıkan bazıları Batılı uluslar tarafından asla anlaşılmadıkları gibi onlar da deneyimlerini herhangi bir sistem veya bilime dönüştürmemişlerdi.

Antik Hindistan’da ise bunun aksine eziyet korkusu olmadığından durum tamamen farklı bir seyir izlemişti. Her Hindu dini görevlerinin bir gereği olarak belirli güçleri gündelik pratiklerle geliştirmek ve daha yüksek hakikatlerin idrakine erişmeye çalışmakla yükümlüydü. Sokaklarda, pazarlarda, meydanlarda ve savaş alanında sadece böylesi bir idraka erişmiş olmakla kalmamış, yüksek doğamızı yöneten yasaları keşfedip deneyimlerini dikkatli şekilde sınıflandırmış ve bunlar üzerine tedricen derin bir Yoga bilimini inşa etmiş kişiler olmuştu.

Diğer bilimlerdeki gibi bu bilimin de deneyimler üzerine kurulu olduğunu görüyoruz; onda kullanılan metot tüm bir doğa yasasının keşfiyle ortaya çıkan modern bilimde kullanılan gözlem ve deney metoduyla aynıdır. Bu metot özellikle Batı’da modern bir keşif olarak görülür fakat aslında eski zamanlarda Hindistan’da “Rişiler” veya Hakikati Görenler tarafından benimsenmiş metotlara benzerdir. Onlar yakından gözlem ve sürekli deneyim süreçleriyle doğanın görünmeyen güçlerini olduğu kadar fiziksel, zihinsel ve ruhsal varlığı yöneten yasaları da keşfetmişlerdi. Böylelikle kendi deneyimleri ve araştırmalarıyla keşfedilen hakikatler onların yazdıkları kitaplarda, halka yönelik konuşmalarında ve öğrencilerine yaptıkları izahlarda yer almaktaydı. Bununla birlikte ruhun veya Tanrı’nın doğası hakkında bir şeyi onaylamadan önce onu gerçek hayatta fiilen deneyimlemişlerdi. Öğrencilerinden bir şeyi uygulamalarını istemeden önce onu kendileri uygulamış ve bu uygulamadan belirgin sonuçlar elde etmişlerdi.

Bu şekilde doğa alanındaki araştırmalarla geçen çağların ürünleri Hindistan’da ışığın samimi taliplerinden oluşan aktarım zinciriyle bugüne taşınarak, hem teorik hem pratik alanda çeşitli bilim, felsefe, psikoloji, metafizik ve dini sistemler gelişmiştir, bunlar tek bir ortak isim olan “Aryan Dini” adı altında bir araya gelmişti. “Din” derimi tüm bu alanları içerecek şekilde kullanılmaktaydı çünkü Hindistan’da hiçbir çağda din bu farklı alanlardan veya gündelik varoluşun genel tavrından ayrılmamıştı ve bu bilimsel hakikatlerin bireyin gündelik hayatındaki tatbikinden ortaya çıkan ve daha ötesinde ruhsal gelişme için de uygulanan bu metotlara genel bir terim kullanılarak “yoga” denilmişti.


Antik Hindu medeniyetinin keşfedilen en eski kalıntılarından biri olarak M.Ö.2500 yıllara tarihlenen Mohenjodaro’daki kalıntılar arasında bulan Şiva’yı Paşupati formunda meditasyon yapar durumda gösteren kaya resmi.

“Yoga” genel olarak dinin pratik yönüne işaret eden Sanskrit bir terimdir ve eğitimin ilk amacı moral ve fizik doğa yasalarını doğru şekillerde uyum sağlayarak mükemmel sağlık, moral ve ruhsal mükemmelliğe erişmekti. Batılı ülkelerde kelime, pek çok yazar tarafından fazlasıyla yanlış anlaşılmış ve suistimal edilmiş ve bir tür hokkabazlık, hipnotizm, hilekarlık ve düzenbazlık anlamında kullanılmıştır.[2] İnsanlar Yogayı uygulayan kişiye işaret eden “Yogi” kelimesini duyar duymaz bir tür hokkabazlığı veya şarlatanlığı aklına getirir veya o kişiyi bir fakirle veya kara büyü uygulayan birisiyle özdeşleştirir. Teosofistler az ya da çok terimin bu şekilde suistimalinden sorumludurlar, fakat örneğin Bhagavad Gita veya Sir Edwin Arnold’un çevirisine verdiği isimle Semavi Şarkı gibi Hindistan’ın Kutsal Kitaplarını incelemiş olanlar Semavi Şarkının bir bölümünün bir tür “Yoga”ya veya Nihai Hakikati idrak metodu veya en yüksek bilgeliğe erişmeye ayrılmış olduğunu hatırlayacaklardır ve bir “Yogi” çeşitli pratiklerle dinin en yüksek idealine erişen kişidir. Bhagavad Gita’ya göre bu en yüksek ideal bireysel ruhun Evrensel Ruh ile birliğidir.

Bununla birlikte Hindu yazarları “Yoga” kelimesini farklı anlamlarda da kullanmışlardır. Bu terimin geniş bir alanı içeren bir kavramlaştırma olduğuna birkaç örnek vereceğim. İlkin “Yoga” iki dışsal nesnenin birliği anlamına gelir. İkincisi bir şeyin diğer şeylerle karışması anlamına gelir. Üçüncüsü ortak bir etkiyi üreten sebeplerin karşılıklı ilişkisi. Dördüncüsü bir asker veya herhangi bir kimsenin herhangi bir meslekte doğru donanımı. Beşincisi, belirli bir gerçeği keşfetmek için gerekli olan uygulama, ayrım ve muhakeme. Altıncısı belirli bir fikri aktarımını sağlayan sesin gücü.  Yedincisi kişinin sahip olduğu şeyi koruması.

Sekizincisi bir şeyin başka bir şeye dönüşümü. Dokuzuncusu bir ruhun diğeriyle veya evrensel Ruh ile birliği. Onuncusu bir düşüncenin bir nesneye doğru akışı. Onbirincisi tüm düşünce eyleminin konsantrasyon veya meditasyon yoluyla durdurulması. Böylelikle sanat, bilim, psikoloji, felsefe ve dinin tek bir kelimede çeşitli tariflerini içeren ne kadar farklı dalları olduğunu görürüz.. Elbette kelimenin bakış ve kapsamı doğanın her alanına nüfuz eder. Eğer kelimenin harfi/literal anlamını göz önünde tutarsak nasıl böylesine geniş kapsamlı olduğunu anlamamız daha da kolaylaşır.

Yoga kelimesi birleşmek anlamına gelen Sanskrit “Yuj” kökünden türemiştir. İngilizce’deki “yoke” kelimesi de aynı kökten türemiştir. Aslında iki kelimenin tam olarak önemi hemen hemen birbirlerinin benzeridir. “Yuj” fiilinin kökü birinin bir şeyle birleşmesi veya belirli bir görevi üstlenmesini ifade eder. Bu sebeple kelimenin temel anlamı ortak İngilizce ifadelerdeki  “üstlenmeye kalkışmak” veya “bir şeye yönelmek” şeklindeki yoğun bir işe hazırlanmaya dair benzer bir fikri aktarır. Çaba, söz konusu nesneye göre zihinsel veya fiziksel bir gayreti gerektirir. Eğer amaç mükemmel sağlık veya uzun ömrü gerektiriyorsa ve hem zihin hem bedenin çabası belirli pratiklerle bu amacına ulaştıracaksa bu duruma “Yoga” denir. Eğer amaç psişik güçleri geliştirmekse yine aynı şey söz konusudur. Benlik kontrolüne, bireysel ruhun Tanrı ile birleşmesine, ilahi temas veya ruhsal mükemmelliğe ulaşmak için gereken zihinsel eğitime işaret etmek için de yine aynı kelime kullanılır. “Yoga”nın bu uygulamalı bilimin farklı metot ve dalları ve onun pratiğiyle erişilebilecek çeşitli fikirler ve aynı zamanda bu metotlardan herhangi birini kullanmaya kalkışması için kişinin hangi niteliklere sahip olması gerektiği, hedefe erişmek için hangi aşamalardan geçilmesi gerektiği,  yolda mevcut olan engellerinin neler olduğu ve bu engellerin üstesinden nasıl gelinebileceğine ilişkin Hindistan’da ciltler dolusu eser kaleme alınmıştır.

Sabır ve metanet Yoga yoluna girmeyi arzu eden herhangi biri için mutlaka şarttır; sabırlı olmayanlar hakiki idraka ulaşmayı ümit edemezler. Yine sadece meraktan veya geçici bir şevk dürtüsüyle yogaya kalkışanlar sonuç almayı beklememelidirler ve bunu yaptıklarında başarısızlıkları için öğretmenlerini suçlamamalıdırlar, çünkü bu durumlarda hata tümüyle kendilerine ait olacaktır. Benzer öğretiler doğru bir anlayış ve ruhla hayata geçirildiğinde harika sonuçlar verecektir. Ancak bu sonuçlara, kendisini hem fiziksel hem zihinsel egzersizlerin uygulamasına yönlendirecek yaşayan bir ustanın talimatlarına sıkı sıkıya uyulduğuna ulaşılacaktır.


Swami Abhedananda

1866’da Kalküta’da Kaliprasad Chandra adıyla doğdu. 1884’de ünlü Hindu mistiği Ramakrişna Pramahansa ile tanıştı ve kendisinden eğitim almaya başladı. 1886’da öğretmeni Ramakrişna’nın ölümünden sonra Sanyasi olup Swami Abhedananda Puri adını aldı. 1897’de New York Vedanta Derneği’nin başkanlığını üstlendi ve Vedanta felsefesinin Batı’ya tanıtılmasında büyük hizmetleri oldu.  1922’de Tibet’e gitti ve Tibet Buddhizmi üzerine çalıştı. 1939’da hayata gözlerini yumduğunda ardında Hint felsefe ve mistisizmine ilişkin pek çok eser bıraktı.



Çeviren : Şafak Başkaya


¹ Swami Abhedananda’nın How to be a Yogi adlı eserinden alınmıştır. (ç.n)
² Yazar özellikle 19.yüzyıldaki Yoga’ya ilişkin ABD’deki hâkim bazı görüşlere atıfla bu ifadeyi kullanmıştır. (ç.n)

 

SİTEDE ARA

Go to top